Kayıtlar

2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yeni yenilikler

 Es Selam Evet hızlıca yazıp çıkmam gerekiyor çok cebelleştim içimle yazma boşver yazma boşver dedim ama boş veremedim. Çünkü burası bu blog benim yazınsal geçmişim.  Twitter artık hiç sarmıyor arkadaşlar özür dilerim ama ne kadar  mal varsa benim sayfaya düşüyor heralde sürekli dünyanın en garip saçma ve akılsızca meseleleri dönüyor. Bugün de şu mesele vardı. Bilmem kaç yaşına gelmiş bekar bir kızla/erkekle yarım saat konuş ve neden evlenmediğini anla falan..Ya aynen kardeşim herhangi bir adam ya da kadın yarım saat içinde sana bütün kişilik envanterini dökecekti.  Bu öyle bir şey değil.  Neyse ya işte nedense sinirlendim tuhaf bir şekilde. Bugün de yoldan geldim aslında yorgun ve uykusuzum yarın kan vermem gerekiyor çünkü biraz da demirsizim galiba. Yaş geçtikçe vücuttan bir bir bir şeyler eksiliyor insan bu dünyayı arttırıyor ama kendinden ne çok veriyor. Farkında mı insan. Sanmam. Neyse ya konuya gelelim. Bugün yeni hayatımın ilk g.... şaka şaka cümleye öyle...

Gılgamış

Es-Selam. Bugün Gılgamış öldü.  Ölümün bir yok oluş değil bir var oluş olduğunu anladı mı acaba?  Ben anladım mı acaba Gılgamış'ın destanı neyi anlattı. Çok Tanrı vardı kafam almadı, çok veremedim Gılgamış'ın Tanrılarına kendimi.  Gılgamış Destanı  Süleyman Peygamber  Faust  Bir Yusuf Masalı  bunlar birlikte döndü zihnimde bugün.  Gılgamış en sevdiği arkadaşını kaybedince ölümsüz olmak istedi oysa arkadaşı ölmemiş miydi? Ölümsüz olmak için uyanık kalamadı yenildi ölümün kardeşi olan uykuya. Yalnız denizlerin dibindeki dikenli ot gençlik verecekti ona. Otu aldı. Ellerini kanattı. Fakat bir yılan yuttu otu. Gılgamış öldü.  Aklıma Lokman Hekim'in bulduğu inanılan ölümsüzlük iksiri geldi o hikayenin sonunda da iksir kaybolur.  Sonra bir sürü Tanrısı vardı Gılgamış'ın acaba dedim bunlar Melek midir İfrit mi? Bizim görev verildiğine inandığımız bütün melekler onların Tanrısı mıydı? Ya da Süleyman Peygamber gibi acaba bir zamanlar insanlar cinl...

Sükûnet/Dağdağa

 Es-Selam. Bugün daha tane tane ve daha düzgün bir yazınsal metin kaleme almaya özen göstereceğim pek sevgili okur. Konumuz şu başlıkta da yer verdiğimiz iki kavram üzerinedir. Nedir o iki kavram, Sükûnet ve zıddı Dağdağa.  Konumuza giriş yapmadan önce iki kavram üzerine bir iki lakırdı etmek gerekirse eğer; Sükûneti pek çoğumuz biliyor, hepimiz arıyor, azımız yaşıyor, bazılarımız ise bilmiyor. Evet yeterli bir açıklama oldu sanıyorum. Dağdağa; dağ dağ dağ diye mırıldanırsak eğer mırıldanırken bile ne kadar dağdağalı yani ne kadar gürültülü bir kelime olduğunu fark edebiliriz diye düşünüyorum. Dağdağa; gürültü, patırtı anlamlarına gelirken boşuna telaş ve beyhude, sıkıntı manasına da gelmektedir. Şimdi anladınız değil mi? Dağdağa. Şimdi anlamış değil şimdi yaşıyor olmanız gerekiyor. Dağdağa. İlk başta Sükûnet kelimesinin zıddını düşünürken aklıma ilk gelen kelime Kargaşa oldu fakat kargaşa şahsen beni tatmin etmedi. Zira o sırada gürül gürül akan suların ve kayalıkların içinde...

Süleyman Peygamberin Duyduğu Sesler

 Es-Selam.  Bugün itibariyle; yolculuktan dönmüş, evime gelmiş, uyumaya hazırlanmak üzereyim hamd olsun.  Evvela yolculuk üzerine birkaç kelam.  En son ne zaman otobüs ile şehirlerarası yolculuk yaptım hatırlamıyorum. İşte uzun bir aradan sonra Cuma günü Karabük'e gittik ve bugün döndük, şükür.  Yol değişen şey değil, yollar hep aynıydı. İzmit, Sakarya, Düzce, Bolu...alabildiğine yeşil, alabildiğine tarla, sıra sıra dağlar, kıvrım kıvrım yollar, hendek hendek sular, yollar hep aynı yollar. Heyhat ki eski Hilal. Yolculuk benim için içimde hep yeni yeni yollarda yürüyüşümdü, bazen asfalt bazen kaldırım bazen toprak bazen çakıl taşlarında yürüdüğüm içimin yolları ve seyrettiğim yol. Bugün baktım öyle yine yollara ama içimdeki yollarda yürüyemedim. Nedendi acaba?  Karabük.  Evvela Esra Saadet bizi çok güzel ağırladı, gezdirdi fakat biz gezmekten ziyade arkadaşımız için de gittik oraya, sırf eski günlerden bir pencere bulmak adına, güzeldi. Elhamdülillah iy...

Özgürlük ve Mahalle Baskısı

 Es-Selam. Özgürlük üzerine bazı mülahazalar. Bugün öğrencilerle sohbet yaptık. Konumuz "özgürlük" idi. Düşünürken düşünürken buraya da bir şeyler karalamak istedim. Sanırım özgürlüğün tanımını daha yeni buldum yahut kavramaya başladım. Çünkü buldum demek yanlış olabilir.  Evvela soru sorarak başlayalım. Özgürlük nedir?  Bu soruya herkesin vereceği cevaplar vardır elbet (kendince). Herkesin hem kendine göre hem de genel geçer kabul ettiği bir özgürlük tanımı vardır diye düşünüyorum. O hepimizin de bildiği "başkasının özgürlüğünün başladığı yerde benim özgürlüğüm biter" bize lise zamanlarında bu tanım öğretilmişti. Evrensel bir tanım mı? Evet diyelim çoğunlukla insanlar böyle düşünmektedir. Herkes istediğini yapmakta özgürdür. Çünkü bana dokunmayacaksa bin yaşasındır. Bana saygı duyduğu sürece ben de ona saygı duyarım. Gibi.  Bir öğrencim dedi ki ben bu tanımı kabul etmiyorum. Doğru hatırlıyorsam eğer cümleyi çevirerek tekrar kurdu. "Başkasını kısıtladığım yerde...

Dizinin Dibi

Es-Selam. Bugün fark ettiğim ve akabinde karşılaştığım bir meseleden bahsetmek istiyorum. Bugün Ramazan Ayının 21. Gecesi ve Kadir Gecesini arayış gecelerinden biri. Aramakla bulunmaz fakat bulanlar arayanlardır. Aramayı nasip etsin Mevlam. Bulmak zaten nasip işi. İftardan önce Ramazan programları oluyor ya o programlar bana çok faydalı ve hap gibi geliyor. Gerçekten çıkan konuklar hem çok değerli kişiler oluyor hem de çok güzel meseleler konuşuluyor. Bilhassa TRT yapımını beğeniyorum. Konular ve konuklar çok ehemmiyetli oluyor. Bugün de iftardan önce bir açalım dedik. Bugün ki konuk Hasan Kamil Yılmaz'dı. Görünce aa diye tepki verdim. Sevindim. Çok takip edip okuduğumdan mı? Hayır. Ama kendisi biz öğrenciyken kaldığımız yurda gelmişti. Bizimle biraz muhabbet etmişti. Bu sebeple zihnimde yer etmiş bir zat. Görünce hatta şey dedim. Ne kadar yaşlanmış. Hüzünlendim öyle görünce de. Sonra kendimce şunu düşündüm. Bu programlara o kadar Hocalar çıkıyor belki pek çoğunun eserlerini okuduk...

İnce çizik

 Es-Selam  Yazıya başlarken içime bir his geldi ama şimdi ondan bahsetmenin yeri değil.  Ben bu aralar, aslında şöyle ben eskiden çok sık düşünürdüm yani bana her şey çağrışım yapardı. Bir kelime, bir tabela, bir söz, bir ses, bir his bunlar zihnimde gönlümde döner döner cümleler halinde satırlara dökülürdü. Evet o zaman daha genç daha toy daha cahil daha heyecanlı daha hareketli daha hevesliydim belki fakat bayadır çağrışımlarımı kaybettiğimi düşünüyordum. Ara bir oluyor sanki ama sonra kaçıyor gidiyor hemen. O yüzden sık sık çağrışımlarımı arıyorum bu sıralar.  Bugün de -belki- o çağrışımları yakalamaya çalıştığım bir hadise oldu. Aslında his oldu. Bilmiyorum ne oldu.  En baştan anlatmak istiyorum. Ben dün yani 12'den önceki günden önceki gün. Yani pazartesi günüydü markete diye çıkıp fotoğrafçıya gittim. Birkaç gündür düşündüğüm bir şey vardı. Annem ile babamın düğün fotoğrafı -ki sadece bir tane var- bozulmaya başlamış. Zamanında fark etmemiş olmam üzdü tabi...

Şemsiyeleri atma zamanı

 Es-Selam.  Evet. Bugün. Konumuz şemsiyeler ve yağmur.  Çok düşünemedim aslında düşünülecek bir durum yok. Mesele belli. İdrak edemediğim için sadece aklımda olanları şöyle bir karalamak istedim.  Öncelikle Şemsiye.  Bilirsiniz ki Şemsiye adından da anlaşılacağı üzere güneşten korunmak niyetiyle kullanılan bir üründür. Yani dünyada nasıl bilmiyorum ama bizim topraklarımızda tâ aşağılara inersek şöyle Suriye,Mısır aşağılara doğru. Şemsiyenin güneşli havalarda gölgelik niyetiyle kullanıldığını biliriz daha doğrusu öğreniriz. Bu bilgiyi sanırım ilkokulda Hocamız anlatmıştı ve çok şaşırmıştım. Şaşırmıştım çünkü şemsiye nasıl şemsiye değil. Ona şaşırmıştım. Bu bilgiyi öğrendikten bir süre sonra bir ikindi vakti okuldan eve dönerken ya da başka bir yerden eve dönerken Camiye giden bir amcanın Şemsiye ile yürüdüğünü görmüştüm. Üstelik hava güneşliydi ve ben öğrendiğim o bilgiyi kanlı canlı görmüşüm. Yani Şemsiye aslında bir gölgelik aletiydi. Ve amca elinde gölgelik il...

Karalama

 Esselam. Bilmem kaçıncı zamanın şarkısı bilmem kaçıncı günümün sancısı. Bugün konu yok, bugün başlık yok.  Bugün sadece bir karalama bir yazmak isteği bir kendini anlama telaşı. Evet telaş. Telaş. Bu kelime bana bir ateşi tutuşturma ve o ilk çıkan kıvılcımı hatırlatıyor. Telaş etmek de aslında bir nevi insanın içinde kaynayan ateşi söndürmek için hızlı hızlı hareket etmesi değil midir? Bilmem öyledir galiba.  Derin bir iç çekiş. (Çektim- yalan değil) İç çekmek (bununla ilgili bir twit görmüştüm neydi unuttum. Allah iç çekmeyi yarattı gibi bir şeydi sanırım.)  İç çekmek ve gözlerini daldırmak. Bu iki şey insanın ruhunun dışarıya bir aralık bulup sızması gibi bir şey. Ruh ne haldeyse o iki anda işte o halden bir sızıntı oluyor.  Konu buraya gelmişken :) benim halam çok çabuk dertlenir.  İşte hasta olursun dertlenir, zayıflamışsın der dertlenir, yemek götürürüm o kadar merdiven çıktım diye dertlenir. Birgün gözlerimi daldırmışım farkında da değilim. Onlarda ö...

İvan İlyiç'in Ölümü- Tolstoy

Selamlar Bundan sonra yazı hayatımıza resmî bir şekilde devam ederek yalnızca kitap, film, gezme-tozma faaliyetlerini aktarmayı düşlüyorum. Benim dilim biraz serkeştir. Şimdiden bildirmek isterim. Akademik yazı okumak isteyen dergiparka gidebilir. Bugün ki konumuz Tolstoy ve İvan İlyiç'in Ölümü kitabı üzerine. Kitaptan önce Tolstoy için birkaç yorum yapmak isterim. Hakkında bazı söylentiler var sanırım. İslam ile yakınlığına dair şeyler duymuştum fakat gerçekliğini bilemem. Şunu söyleyebilirim ki; Tolstoy okunduğunda hakikat rüzgarının esintilerini duyuran bir yazar. Mesela "Üç Soru" ve "Kroyçer Sonat" bu iki kitabını okursanız ne demek istediğimi anlarsınız diye ümit ediyorum.  İvan İlyiç'in Ölümü kitabı ise, güzel bir tevafuk ile Gassal dizisinin çıktığı ve konuşulduğu bir dönemde elime geçti. Bu arada bu meseleyi dile getirmiştim fakat tekrar dile getirebilirim. Kitapların kaderleri var. Alıyorsunuz ama ne zaman okumanız gerekiyorsa o zaman okuyorsunuz. T...