mülahazalar.
Es-Selam.
Hızlıca geldim çok az vaktim vardı ve hemen yazmak istedim çünküü..ya unutursam.
Bu günlerde dolabımda yıllar önce aldığım bir kitabı okumanın/başlamanın lezzetini yaşıyorum. "Katmandu'ya Yol Arkadaşı Aranıyor" bu yazı bu kitap üzerine değil o kitaptan aklımda kalan bir cümle üzerine aslında.
Dün kitaptan bir pasaj okudum. Bu kısmı kitap üzerine yazarsam eğer değinirim fakat beklemek üzerine yazılmış çok güzel cümleler vardı. Kitapta Afrikalıların sürekli bir bekleyiş içinde olduğuna dair cümlelerdi o kadar güzeldi ki çünkü buradaki bekleyiş bir beklenti şeklinde değil ruhsal olarak durup da beklemek anlamında gibi.
İşte bu beklemeyi düşündüm -beklemek- ne kadar zor bir şey.
(Buradan birkaç gün sonra devam ediyorum, yani kalbim de dönüştü aslında, bekledim biraz, beklemem gerekti.)
Zor, zor olan bekleyememek mi beklediğinin gelmemesi mi... bu arada yazıyı yazmaya karar verdiğim gün ile bugün arasında dağlar kadar değildir ama fark var bazı şeyleri unutmuş bazı şeyleri de tekrar idrak etmiş olabilirim. İdrak etmek o da ne değişik eylem ne büyük lütuf ne büyük nimet. Hamd et.
Bekleyiş.
Afrikalıların o bekliyor olma hali bu bir ruh hali demiştik. Ne değişik değil mi imtihanları da belki bu yönde. Mesela biz karadenizliler bekleyememekle meşhuruz. Kitaptaki o yazıyı okuduktan sonra o gün kendime dikkat kesildim. Bekleyemiyordum. Çok tuhaf.
Şehrin insanı olmak bu muydu acaba. Bekleyememek. Bir sonraki otobüsü bekleyememek, metrodan inip asansörü bekleyememek önünde yürüyen insanları bekleyememek... bekleyememek de bekleyememek. Bunlar çok basit şeyler (gibi) basit mi aslında değil elbette zira bu haller ruh halimize sirayet eden şeyler. İnanır mısınız az önce eve yürüyerek geldim. Yürüyorum evime en fazla 10 dk mesafedeyim. Zaten yorulmuşum ama o kadar hızlı yürüyorum ki o kadar hızlı hani bi motorun kayışı olur ya yağlanmadığı için hareket etmez zar zor çevirirsin ve sanki kayış acı çeke çeke döner ya öyle görünür gibi ya da bisikletin zinciri atar ya takarsın çevirirsin dönmez yağlamak gerekir. Yürürken bacaklarımı öyle zorladığımı hissettim sanki zorla ittiriyorum kendimi sonra birden yol ortasında -tabi kaldırımın üstünde- bir anda durdum dedim ki Hilal nereye koşuyorsun? Nereye yetişmeye çalışıyorsun? Biraz daha yavaşladım ama aslında hızlı giden bekleyemeyen kafamın içiydi, kafamın içinde dönen o sürekli panik hal yetişmeye çalışmak. Oysa bir dursam bir beklesem hiç yorulmayacağım. Mesela o asansöre bin önündekini bekle, otobüsü kaçır. Bir sonraki gelsin eve 15 dk geç var ama ruhunla var, tadını çıkar yaşamın. Bekle.
Şunu da düşündüm çok iddialı mı bilmiyorum Rabbime sığınırım bu konuda. Kitapta o pasajı okuduğum gün metrodan inerken asansöre gittim bekledim adımlarıma baktım dedim ki Hilal bazı şeylerin olmasını çok çok istiyorsun ya ama olmuyor bekliyorsun. Acaba Allah sana beklemeyi öğren kulum mu diyor, beklemeyi öğren ki sana verileni yaşa.
Sabırsız sürekli panik değilim çok şükür ama beklemek zaman kaybetmek gibi geliyor oysa belki beklediğimden hem kendimden hem zamandan kazanacağım bilmiyorum ama biraz bekle olur mu biraz bekle biraz biraz çoğal. Biraz biraz dur.
Öyle işte.
(Bugün de Twitter da bir twite denk geldim Afrika'da kuyu açmaya giden bir kardeşimiz Afrikalıların bekleyişinden bahsediyordu işte tevafuk oldu hatta kitabın o kısmını paylaştım. Hatta şunu yazdım oralara kadar suyu çıkartmak/bulmak için gitmek acaba kendinden bir şeyleri çıkarmayı/bulmayı da sağlar mı? Afrika bu ümmetin çilehanesi olabilir mi?
Yorumlar
Yorum Gönder