Dizinin Dibi
Es-Selam.
Bugün fark ettiğim ve akabinde karşılaştığım bir meseleden bahsetmek istiyorum.
Bugün Ramazan Ayının 21. Gecesi ve Kadir Gecesini arayış gecelerinden biri. Aramakla bulunmaz fakat bulanlar arayanlardır. Aramayı nasip etsin Mevlam. Bulmak zaten nasip işi.
İftardan önce Ramazan programları oluyor ya o programlar bana çok faydalı ve hap gibi geliyor. Gerçekten çıkan konuklar hem çok değerli kişiler oluyor hem de çok güzel meseleler konuşuluyor. Bilhassa TRT yapımını beğeniyorum. Konular ve konuklar çok ehemmiyetli oluyor. Bugün de iftardan önce bir açalım dedik. Bugün ki konuk Hasan Kamil Yılmaz'dı. Görünce aa diye tepki verdim. Sevindim. Çok takip edip okuduğumdan mı? Hayır. Ama kendisi biz öğrenciyken kaldığımız yurda gelmişti. Bizimle biraz muhabbet etmişti. Bu sebeple zihnimde yer etmiş bir zat. Görünce hatta şey dedim. Ne kadar yaşlanmış. Hüzünlendim öyle görünce de. Sonra kendimce şunu düşündüm. Bu programlara o kadar Hocalar çıkıyor belki pek çoğunun eserlerini okuduk. Üniversite yıllarında her ders için belirli Hocaların kitapları aldırılırdı. Biz o kitaplardan çok işlemezdik ama Hocalar bu kitapları bu alanın hem en kapsamlı hem güncel hem uzmanı tarafından yazıldığı için aldırırlardı fakat dersleri çoğunlukla ders Hocasının anlatımıyla işlerdik. Tabi takip ettiğimiz kitaplar da oluyordu. Örnek vereyim; Kelam alanında Bekir Topaloğlu Hocanın kitabını okuduk ( Allah rahmet eylesin) İşte İlyas Çelebi Hoca, Bünyamin Erul Hoca. Uzar gider liste. Eğer Hoca okula davet edilmediyse Hocayı bizatihi görüp ders almadıysan sadece bir isimden ibaret. Şimdi hadsizlik etmek istemem ama kitaplarını okuduğumuz Hocaları yolda görsek tanımayız. Fotoğrafını bir kere görürsün iki kere görürsün ama oturup onun ilim sıralarından geçmediysen eserlerde kalıyor Hocalar. Hocayla kitabı üzerinden bir bağ kurmak mümkün fakat kolay değil. Bir edebiyat eserleri yazarıyla o bağı kurmak daha kolay çünkü hayal dünyana sesleniyor. Fakat hem fikirleri hazmedip hem kişiyi fikirleri bağlamında düşünüp o rabıtayı kurmak kolay değil. Misal siz beni ne kadar tanıyabilirsiniz. Bu blog kadar. Ha meseleye gelecek olursak aklımdan Hasan Kamil Hocayı görünce bunlar geçti. Ya dedim demek ki gelip tanışmak hal hatır sormak belki akılda kalıcı bir mekan birlikteliği ne kadar mühimmiş talebe için.
Sonra aradan bir iki saat geçti. Hadis okuyayım dedim. Riyâzü's Salihîn'de "Allah'ın Kulları Denetlemesi (Murâkabe)" başlığında karşıma çıkan ilk Hadis-i Şerîf hepimizin bildiği bir hadis olan Cibril Hadisi oldu. Bu Hadisi okurken hiç fark etmediğim bir şey fark ettim. Hadis-i Şerîf'i hepimiz biliyoruzdur. Şöyle bir ibare ile başlar.
Ömer İbnü'l Hattab (r.a.) şöyle dedi.
"Bir gün Rasûlullah (s.a.s.)'in yanında bulunduğumuz sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru peygamber (s.a.s.)'in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu."
Bu hadisi okuyunca bu ibare dikkatimi çekti. Cebrail (a.s.) insan suretinde geliyor ve orada bir çeşit öğretme usulünü gösteriyor. Mesela şurası da çok ince bir konu. Hadisin Ravisi Hz. Ömer. O ambiyansı düşündüğünde biri geliyor ve Peygamberimize bu kadar yaklaşıyor. Sorular soruyor ve her cevap aldığında "doğru söyledin" diyor. Hz. Ömer Hadisi rivayet ederken de bu durumun tuhaflarına gittiğinden bahsediyor. Bu hadis-i şerîf aslında sadece bir öğretme metodu değil de öğrenme-öğretme metodunun en güzel örneği olsa gerek. Mesela bizler sınav olmadığımız sürece bir dersi bir ilmi tam anlamıyla sindiremiyoruz yahut bir ilmi aktarmadığımız sürece o havada öylece asılı durur. Bu hadis hem öğrenmenin hem de nasıl öğrenmenin ve öğretmenin bir tezahürü olsa gerek.
Şunu söylemek derdim aslında. Bir Hoca Efendi ile ünsiyet kurmak ilim öğrenmek istemek birnevî dizinin dibine oturmayı gerektiriyor zahir. Allahuâlem.
Öyle işte.
1446 Ramazan.
Yorumlar
Yorum Gönder