İvan İlyiç'in Ölümü- Tolstoy

Selamlar

Bundan sonra yazı hayatımıza resmî bir şekilde devam ederek yalnızca kitap, film, gezme-tozma faaliyetlerini aktarmayı düşlüyorum. Benim dilim biraz serkeştir. Şimdiden bildirmek isterim. Akademik yazı okumak isteyen dergiparka gidebilir.

Bugün ki konumuz Tolstoy ve İvan İlyiç'in Ölümü kitabı üzerine.

Kitaptan önce Tolstoy için birkaç yorum yapmak isterim. Hakkında bazı söylentiler var sanırım. İslam ile yakınlığına dair şeyler duymuştum fakat gerçekliğini bilemem. Şunu söyleyebilirim ki; Tolstoy okunduğunda hakikat rüzgarının esintilerini duyuran bir yazar. Mesela "Üç Soru" ve "Kroyçer Sonat" bu iki kitabını okursanız ne demek istediğimi anlarsınız diye ümit ediyorum. 

İvan İlyiç'in Ölümü kitabı ise, güzel bir tevafuk ile Gassal dizisinin çıktığı ve konuşulduğu bir dönemde elime geçti. Bu arada bu meseleyi dile getirmiştim fakat tekrar dile getirebilirim. Kitapların kaderleri var. Alıyorsunuz ama ne zaman okumanız gerekiyorsa o zaman okuyorsunuz. Tuhaf. Ama böyle. Elime geçmiş olmasından kastım şu ki; bu kitabı almışım ve okumayı bekleyen diğer kitaplarımın arasında öylece beklemeye koyulmuş ve ben aldığımı bile unutmuşum. Kitap dolabını düzenlerken buldum hatta kuzenimin sandım ama değilmiş benimmiş. Hiç haberim yok. Neyse.

Okudum. 

Kitaba dair bir spoiler /telkin ( gassalı izleyenlerin burada bir espri olduğunu anlaması gerekir) vermeden sadece bazı şeylerden bahsetmek istiyorum. Bu bahsetmek isteyeceğim şeyler sizi alakadar etmeyebilir. Ben yazmanın şifa olduğunu biliyorum ve bunu oldukça steril yapmaya çalışıyorum. Nasıl steril kendimden steril bir blog oluşturma heyecanı diyelim.

Kitaba dönecek olursak; Ölüm üzerine yazılmış bir kitap. Bunu bilmek zor olmasa gerek adından anlaşılacağı üzere. Kitap sondan doğru başlıyor. Yani ölüm var. Ve ardından ölünün ölmeden önceki zamanlarda nasıl adım adım ölüme gittiğini anlatılıyor. Kitap üzerine konuşacak bir şey yok aslında sadece şu konuyu ele almak lazım. Ölüme doğru yol alan bir insanın yaşadığı pişmanlıklar ve çevresine, sevdiklerine olan bakışları. Bunlar ölüyle mi alakalı ölüm ile mi?  Yani her insan ölüm ile karşılaşınca aynı tepkiyi vermiyor olsa gerek. İvan şunu soruyor kendisine "belki de sürdürdüğüm yaşam, sürdürmem gereken yaşam değildir." tabi sonra bu sürdürdüğü yaşamı kabul de ediyor. Fakat şunu biz de sormuyor muyuz durup zaman zaman "doğru yerde miyim?" insan mücadelesinin şerefli bir şey uğruna olmasını arzulamaz mı? Mücadele demek istemiyorum artık. Mücadele etmenin ne anlamı var ki. Ne kadar mücadele edersek edelim elimizde olmayan, etki edemediğimiz durumlarla mücadele etmek nereye kadar fakat yaşamak dersek buna şerefli bir şey uğruna yaşamak ve şerefli bir şey uğruna ölüm. Ölürken mutlu gitmek, tatmin olmak kendinden ve çevrenden. Ölüm elbet pişmanlık olacak. Bunu Fahr-i Kainat Efendimiz söylüyor. Fakat pişman ölmek mi? düşman ölmek mi? İvan düşmanlık ederek öldü mesela. Ve İvan kutlu (?) bir perde uğruna ölüme yaklaştı.

Ve İvan ölürken kimse için bir boşluk oluşturmayacaktı ve bunun ziyadesiyle farkındaydı. Bırakın boşluk oluşturma hissini öldüğü anda boşalan yerini doldurmak için kıyasıya bir yarış güdüldü. Dost dedikleri daha toprağa verilmeden onsuz bir oyun bile kurdular. İvan ölmesi beklenen ve daha ölmeden ölümü giyinen bir adamdı.

Gassalı da taze izlemişken; insan ne için yaşar ve ne için ölür, öldüğünde ardında ne bırakır. En azından düşman ölmemek gerekir sanki. Baki'de içindeki bazı şeylere düşmandı ya bu yüzden mutluluktan uzaktı. 

Güzel kitap okuyun derim.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"güvendiğimiz dağlara kar yağmış değil."

beklentisiz bir bekleyiş

Siyah Pelerinli Bir Adam- Necip Fazıl Kısakürek