Sükûnet/Dağdağa
Es-Selam.
Bugün daha tane tane ve daha düzgün bir yazınsal metin kaleme almaya özen göstereceğim pek sevgili okur.
Konumuz şu başlıkta da yer verdiğimiz iki kavram üzerinedir. Nedir o iki kavram, Sükûnet ve zıddı Dağdağa.
Konumuza giriş yapmadan önce iki kavram üzerine bir iki lakırdı etmek gerekirse eğer; Sükûneti pek çoğumuz biliyor, hepimiz arıyor, azımız yaşıyor, bazılarımız ise bilmiyor. Evet yeterli bir açıklama oldu sanıyorum. Dağdağa; dağ dağ dağ diye mırıldanırsak eğer mırıldanırken bile ne kadar dağdağalı yani ne kadar gürültülü bir kelime olduğunu fark edebiliriz diye düşünüyorum. Dağdağa; gürültü, patırtı anlamlarına gelirken boşuna telaş ve beyhude, sıkıntı manasına da gelmektedir. Şimdi anladınız değil mi? Dağdağa. Şimdi anlamış değil şimdi yaşıyor olmanız gerekiyor. Dağdağa.
İlk başta Sükûnet kelimesinin zıddını düşünürken aklıma ilk gelen kelime Kargaşa oldu fakat kargaşa şahsen beni tatmin etmedi. Zira o sırada gürül gürül akan suların ve kayalıkların içindeyken düşündüğüm için bu güzelliğin bir kargaşa değil olsa olsa başka bir ismi olmalı diye düşündüm ve evet sözlükten arattığımda Dağdağa kelimesini buldum. Tam da olduğu gibi dağdağa, dağlar içinde gürül gürül akan, şarıl şarıl çağlayan sular, hiç susmayan hayvanlar... Kargaşa anlam olarak aslında kargışlamaktan türetilmiş yani iki ayrı gurubun birbirini kargışlarken/kavga ederken ortaya çıkan o sesleri ifade etmek üzere ortaya çıkmış kelime, Kargaşa.
Şimdi gelelim bu iki zıt kelimeye. gelemiyorum gibi ama çabalayacağım.
Sükûnet çok ilahi bir kavram aslında, bizler de teslimiyetten noksan olduğumuz için bu kavramı bizatihi çok az hissediyoruz. Her ne kadar iskan eder halde duruyor olsak da her ne kadar meskun mahallerde yaşıyor olsak da içlerimizde kocaman kocaman dağlar mevcut. Çok az insan böyledir. Çok az insan sekinetlidir. Onları hissettiğimiz zaman yanlarından ayrılmak istemeyiz hatta. Akıştadırlar. Şu an için ne yapabilirim? Ne yapıyorum? Ne yapacağım? Bu soruları düşünmeden şu an ne yapmak en iyisi ise onu yapıyorum diyerek ellerindeki o işi yapmaya devam ederler. Teslim olmuşlardır.
Dağdağalı ise; her birerlerimizin bir tarafı, her birimizin karşılaştığı sorun karşısında iç çalkantısı. Öyle değil mi? Konuşun, inkar edin! Öyle değil miyiz? Öyleyiz. Şahsım adına itiraf ediyorum ki; içim o kadar dağdağalı olurdu ki dışımda da böyle bir panik hali bir yetişmeye çalışmak bir sonraki adımı planlamak bir acelecilik... Dışımı durultmaya çalıştım belki biraz ama içimdeki dağdağa ve bu kulluğumdaki eksiklik için özür dilemem gerekiyor. Çok özür dilemem gerekiyor.
İşte böyle bu iki kavram hatta üç kavram, böyle.
Bu kavramların akabinde ben bugün içimdeki dağdağayı bastırmak için derin bir ev temizliği yaparken kulağıma iki ayrı şarkı çalındı. Çalındı diyorum. (Nasrettin Hoca'nın göle maya çalmasındaki çalmak ile benzer ifade olabilir) Bu iki şarkıyı sona linkleyeceğim inşallah. Fakat şarkılardan birinde şöyle bir ifade geçiyor "ara sıra uğra kalbime oyunun içinde tut beni" yaşadığımız sürece oyuna dahiliz. Hangi oyun? Yaşam bir dağdağa mı? İlelebet aşk mı bu bizdeki.
Diğer şarkıda da şöyle bir ifade geçiyordu; "çünkü sen varsın diye, belki duyarsın diye, beni anlarsın, soru sormazsın, ahhh." güzel şarkılar. Nereye gizlenmiş gerçekten bu işin anahtarı.
Yorumlar
Yorum Gönder